Modern Düşünce (Modernden Postmoderne Sanat)
Mehmet Yılmaz’ın kaleme aldığı “Modernden Postmoderne Sanat” adlı kitaptan kesitler ve naçizane biraz da kendi fikirlerimi aktardığım yazı dizisi. (2)
Modern kelimesinin çıkışı ve o zamanki anlamını ilk okuduğumda çok ilginç bulmuştum. Zaman nasıl da kavramların anlamlarını değiştiriyor böyle diye düşünmüştüm. Çünkü modern sözcüğü Latincede tam şimdi anlamına gelen “modo” ve ondan türetilen “modernus” sözcüğünden gelmekteymiş ve ilk kez 5. yüzyılda kullanılmış. Kullanım amacı da hristiyanlığı eski dönemden yani Roma ve Pagan dönemden ayırmakmış. Yani aslında dinsel bir anlamla kullanılmış ilk defa. Karanlıklar içindeki çok tanrılı eski dünyadan çıkıp İsa Mesih’in aydınlattığı tek tanrılı yeni dünyayı tanımlarmış o zamanlarda. Şimdilerde modern kavramının dinle pek alakası olmadığını söyleyebiliriz herhalde.
Ve modern kavramının zaman algısına etkisi de beni çok etkilemişti kitabı okurken. Modern kavramı ile birlikte, İsa’dan önce ve İsa’dan sonra diye bölünmüş oluyordu zaman. Sanki zaman ilk defa 5. yüzyılda “doğrusal” hale geliyordu. Çünkü önceleri sonsuz, döngüsel ve değişmezdi zaman. Oysa artık geçmiş (yaratılış ve cennetten kovulma), şimdi (Mesih gelip gitti ve şu an yaşam devam ediyor) ve gelecek (Mesih tekrar gelecek ve insanlığı kurtaracak) vardı.
Gelelim yeniden sanata, ortaçağda sanat nasılmış?
Ortaçağda sanat ikiye ayrılırmış; Özgür ve mekanik. Özgür sanatlar; gramer, mantık, retorik, aritmetik, geometri, astronomi, müzik. Mekanik sanatlar; dokumacılık, teçhizat, ticaret, tarım, avcılık, hekimlik, ticaret ve sahne sanatları, resim, heykel ve mimarlık “teçhizata”ın alt dallarıymış ve mekanik sanatlar, özgür sanatlardan daha alt konumdaymış. O zamanların mekanik sanatları, şimdiki beceri, zanaat kavramlarıyla karışıkmış gibi geldi şimdi bana.
Sonra rönesans gelmiş, ama Leonardo ve Michelangelo gibi sanatçılar Özgür sanatçı artista yerine ikinci sınıf sanatçı artifeks olarak görülmeye devam etmişler. İşte bu rönesansta büyük ustaların eserleri eski Yunan ve Romalı ustalarla yarışabilme cesareti vermiş ve reformlarla dinsel sınıfın itibar kaybetmesiyle yeni oluşmakta olan orta sınıfın önü açılmış olmakta.
Ayrıca modern dünyanın andaki durumunu ve gidişatını değiştirmelerinden dolayı, matbaa, barutlu silah ve pusulanın icatları Francis Bacon tarafından çok övgüye değer bulunmuş. Çünkü bu gibi mekanik keşiflere insani olaylar üzerinde her şeyden daha çok etkiliymiş. Ve buradaki mekanik keşif ifadesi çok önemliymiş çünkü mekanik sanatların itibarını artırmaya katkı sağlamış.
Sanatın şekillenmesinde din ve felsefenin etkisi yadsınamaz. 17. yüzyılda Descartes’in felsefe ve tanrıbilim’i birbirinden ayıran düşüncelerinin bu anlamda katkısı çok büyüktür. Şöyle ki Descartes’e göre ‘bilgi’nin temeli ‘ben’dir (düşünüyorum o halde varım) bununla beraber ‘Tanrıbilim’ konusunda temel yetke ise ‘kilise’dir. Ve aslında bu düşünce ilerleyen zamanlarda dinin kamusal alandan ayrışmasına ve rönesansta zaten hissedilmeye başlayan, sanatın dünyevileşmesine de katkı sağlamaktadır. Bütün bunların ışığında Mehmet Yılmaz Hocamız, 17. yüzyılda modern felsefenin inşaasının yanında edebiyat, sanat dünyasında da “eskiler/modernler kavgası”nın gün yüzüne çıktığını söylemektedir.
Ve 18. yüzyıla geldiğimizde dinden bilime, estetikten sanata her alanın kendi sınırlarını belirlemesi, kendini tanımlaması ve hem kendine hem de çevresine eleştirel bir gözle bakması gerektiğini söyleyen aydınlanma filozofu Immanuel Kant’ın (1724-1804) öne çıktığını ifade ediyor Mehmet Hoca ve Kant, sanatı tümüyle özerk bir alan ve sanatçıyı da deha olarak kutsamıştır diye devam ediyor. İnsan aklının neleri algılayabileceğinin merakı içerisinde olan ve kendi çıkarlarının peşinde olmayan yöneticilerin belki de savaşların önüne geçebileceğini düşünen Kant’a göre yaratıcılık doğuştandır, sanat kendi başına varolma hakkına sahiptir ve sanatçı önceden saptanmış kurallara göre değil bizzat kendisi yaratırdı.
Tarihin yasalarının ortaya konabileceği ve insanlığın mükemmelliğe doğru gidebileceğini düşünen Johann Gottfried von Herder (1744-1803) bunun için tek başına aklın yetmeyeceğini, duygu ve imgelerin akıldan, dilin deneysel görüntülerden daha önemli olabileceğini söyler.
1789 Fransız devrimi ile “Artık özgürlük, kardeşlik ve eşitlik öbür dünyaya ertelenmeyecek ve aklın rehberliğinde bu dünyada kurulacaktı.” diye devam ediyor Mehmet Yılmaz. Burjuvazinin iktidarı olan bu değişim her toplumda farklı şekillerde tezahür etmiş.
Fransız devrimi, modernlik bilincine dünyevi ve kavramsal bir çerçeve sağlamış İngiltere’de gerçekleşen sanayi devrimi ise maddi bir boyut vermiştir. Böylece modernleşmek artık sanayileşmek anlamına geliyordu ve bu noktada “Çelik, buhar ve hız”a dikkat çekiyor Mehmet Hoca kitabında. Bununla beraber modernleşme hangi coğrafyada yaşanırsa yaşansın, tarihsellik, ilerleme, akıl, devrim, dünyevileşme, sanayileşme ve burjuva sermayesini modernlik sürecinin ortak değer ve olgularından olduğunu söylüyor. Aynı zamanda Alain Touraine, “Modernliğin Eleştirisi”ne de atıfta bulunarak, modernlik düşüncesinin toplumun merkezindeki Tanrı’nın yerine aklı koyduğunu, Tanrının özel yaşam sınırlarında bırakılıp aklın da bilimsel akla işaret ettiğinize akılcı da olsa duygusu da olsa modernliğin Tanrıyı dışladığını söylüyor, her türlü entellektüel etkinliğin de siyasal ve dinsel inançlardan bağımsız olması gerektiğini ifade ediyor ve diyor ki:
İşte modern denen sanat, sanayileşmiş toplumun ve bu toplumda biçimlenen eleştirel bilincin (modernizmin) ortak ürünüdür. Mehmet Yılmaz, Modernden Postmoderne Sanat

#art #MehmetYılmaz #hayal #modernsanat #postmodern #duygu #sanatakımları #artoniki #kant #yaşam #eylem #öneçıkan #insan #eğitim #ressam #felsefe #kitap #sanat